İMPARATORLUKLARIN ULUS DEVLETLERE DÖNÜŞMELERİYLE YAŞANAN DEMOGRAFİK DEĞİŞİM
Fransız İhtilali (1789) sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik akımı, tüm ulusların kendi geleceklerini tayin etme (self determinasyon) fikrini yaygınlaştırmıştır. Bu fikir imparatorluk özelliği taşıyan devletlerde, birçok ulusun kendi devletini kurmak amacıyla ayaklanmalar çıkarmasına ortam hazırlamıştır. Bu ülkelerdeki toplumsal çatışmalar ve ayaklanmalar, bu ülkelerden başka ülkelere göçlerin yaşanmasında etkili olmuştur.
Avrupa’da 1789 İhtilali’nin ardından yaşanan 1830 ve 1848 ihtilallerinin de etkisiyle mutlakiyetçi krallıklar ve imparatorluklar parçalanmaya başlarken yerlerine demokratik, sosyal ve laik karakter taşıyan milli devletler kurulmaya başlamıştır. Ayrıca milli devletler üniter yapıyı benimsemişler; çok kültürlü, çok uluslu, çoğulcu toplum yapısını reddetmişlerdir.
Avrupa’da Yaşanan Değişimlerin Osmanlı Devleti’ne Etkileri
İmparatorluk özelliği taşıyan Osmanlı Devleti Avrupa’daki ihtilal fikirlerinden kısa sürede etkilenmiştir. Özellikle milliyetçilik akımından etkilenen imparatorluk bünyesindeki başta Sırplar ve Yunanlar olmak üzere azınlık ulusları kendi bağımsız devletlerini kurmak amacıyla örgütlenmişlerdir. Balkan uluslarının bağımsızlık talepleri doğrultusunda ayaklanmasında Rusya’nın açık ve sıcak denizlere inmek amacıyla Balkanlarda bir araç olarak izlediği Panslavizm politikası etkili olmuştur. Rusya’nın Panslavizm politikası beraberinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında savaşlarının çıkmasına ortam hazırlamıştır.
Bir yandan milliyetçi ayaklanmalar bir yandan da Avrupalı devletlerin saldırılarıyla uğraşan Osmanlı Devleti siyasi ve ekonomik olarak kriz yaşamıştır. Bu gelişmeler neticesinde önce Yunanistan, Rusya ile imzalanan Edirne Antlaşması (1829) ile bağımsızlığını kazanırken ardından yine Rusya ile imzalanan Berlin Antlaşması (1878) ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını ilan etmiştir.
Balkanlarda, Kafkaslarda ve Kırım’da yaşayan Türklerin ve Müslüman halkların Osmanlı topraklarına doğru göç etmeleri Osmanlı Devleti’nin demografik yapısının değişimine neden oldu. Yaşanan göçlerle beraber kaybedilen toprak gelirlerinin de azalması Osmanlı maliyesi üzerine büyük yük getirdi. Göçmenlerin yerleştirildiği yörelerde toprak, su ve güvenlik konularında sorunlar yaşandı.
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde genel nüfus azalırken diğer taraftan daralan Osmanlı sınırları içinde nüfus gide rek artmıştır. Genel nüfusun azalması toprak kayıplarına, mevcut topraklardaki nüfusun artması ise kaybedilen topraklardan gelen göçlere bağlıdır. Bu göçler nüfusun daha homojen hale gelmesinde etkili olmuştur. 1844’te Müslüman nüfus ile gayrimüslim nüfus oranı hemen hemen XVI. yüzyıldaki oranlarla aynıyken bu tarihteki toplam Osmanlı nüfusu otuz beş milyon kadardı. Kaybedilen topraklar ve göçler dolayısıyla 1914’te toplam nüfus, on sekiz milyon civarına inmiş, fakat Müslümanların oranı% 81’e yükselmiştir.
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Balkanlardaki iki yüz bin Türk, güneye inerek Rumeli köy ve kasabalarını, hatta İstanbul’u doldurdu ve Anadolu’ya geçti. 1820-1830 yılları arasında Türkler; Mora, Eflak ve Boğdan’dan Anadolu’ya zorla göç ettirildiler. 1854-1856 Kırım Savaşı yeni bir göç dalgasına yol açtı. 1856-1864 arasında altı yüz bin Kırımlı Anadolu’ya geldi. 1877’de Kafkaslardan Anadolu’ya bir milyon kişi göç etti. Bu göçler, Osmanlı Devleti yıkılana kadar durmadan artmış, zaman zaman Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
MODERNLEŞMEYLE YAŞANAN DEĞİŞİM
KAMUOYU KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI
Kamuoyu kavramını ilk kez 1741’de “halkın düşüncesi” anlamında İngilizler kullanmışlardır. Fransa’da ise bu kav ramı ilk kez 1744’de Rousseau “toplumun tavrı” anlamın da kullanmıştır. Kamuoyu olgusu asıl olarak 20. yüzyılın başından itibaren bilim adamlarının üzerine eğildikleri bir konudur. Bunun nedeni, 18. ve 19. yüzyıllarda belirgin lik kazanmaya başlayan sanayileşme, şehirleşme, de mokratikleşme, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve okur-yazarlık oranındaki artışın çağdaş anlamda kamuoyu olgusunu da beraberinde getirmesidir.
Kamuoyu daha çok Aydınlanma Dönemi’nin (1650-1800} bir ürünüdür. Kamuoyu kavramının ortaya çıkmasında dönemin önemli düşünürleri Hobbes, Locke ve Rousseau’nun da önemli katkıları olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde kamuoyunun oluşmasında XVIII. yüzyıldan itibaren Avrupa ile yaşanan etkileşimin büyük katkısı olmuştur. Çünkü matbaanın Müslümanlar tarafından kullanılmaya başlanması basın hayatının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. II. Mahmut döneminde yayım hayatına başlayan Osmanlı Devleti’nin ilk resmi gazetesi Takvim-i Vekayi aracılığıyla halk, devletin çıkardığı kanunlardan olmaya başlamıştır. Takvim-i Vekayi ülke genelin deki çeşitle etnik kimliğe sahip halklar da düşünülerek Arapça, Farsça, Fransızca, Rumca, Ermenice ve Bulgar ca dillerinde basıldı.
Ülkenin ilk yarı resmi özel teşebbüs gazetesi olma özel liğini taşıyan Ceride-i Havadis devletin verdiği imtiyaz ve maddi destek ile o dönem itibari ile Morning Herald Gazetesinin İstanbul muhabirliğini yapan İngiliz vatandaşı ve aynı zamanda tüccar olan William Churchill tarafından 1840’ta çıkarılmaya başlanmıştır. 1860 yılında bağımsız tartışma ve düşünce gazetesi parolasıyla Agah Efendi kontrolünde ve Tercüman-, Ahval adında yeni bir gazete Osmanlı basın hayatındaki yerini alır. Ceride-i Havadisin devlet yardımıyla hayatını sürdürdüğü düşünüldüğünde, Şinasi’nin desteği ile çıkan bu yeni gazetenin özel sermayeli ilk yerli Türkçe gazete olduğu söylenebilir. Kanun-i Esasi ile oluşan uygun ortam ile gazeteci ve gazete sayısında artış olmuştur. Bu dönemde birçok yeni gazete yayın hayatına girmiştir.